19 Mayıs 2018 Cumartesi

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE


KİTAP HAKKINDA



KİTAP ADI: BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE
YAZAR ADI: GRIGORIY PETROV
BASIM TARİHİ: EKİM 2017
BASKI: 61
YAYIN EVİ: MUTENA YAYINCILIK
SAYFA: 110
KİTABIN VERMEK İSTEDİĞİ ANA DÜŞÜNCE: Geri kalmış, bağımsızlığı elden alınmış, insanları sürekli ezilen bir ülke…
Kitapta asıl verilmek istenen bana göre; bir millet her ne kadar da bitmiş, tükenmiş olsa yine de yükselmek için eğitimin şart olmasıdır. Bir milletin gelişmesi modası, yiyecekleri ile değil de eğitimli olmasına bağlıdır. Eğitim ile her işin başarılabileceği anlatılmaktadır.

YAZAR HAKKINDA:

GRİGORY SPİRİDONOVİÇ PETROV(d. 1866, Rusya – ö. 1925, Paris), Rus hatip, gazeteci, yazar.

20.yüzyıl başında Rusya’nın en tanınmış papazlarından, en çok okunan halk yazarlarından birisi idi. Görüşleri nedeniyle kiliseden kovulduktan sonra kendisini tamamen yazarlığa verdi; gazeteci ve hatip olarak kitleleri etkilemeyi sürdürdü. Bolşevik Devrimi gerçekleştiğinde ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Yugoslavya Krallığı’nda geçirdiği son yıllarında pek çok eser kaleme aldı, konferanslar verdi. Eserleri, Sovyet döneminde ülkesi Rusya’da yasaklanmıştır ancak Bulgaristan’da ve o yıllarda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde etkili olmuş, devrin aydınlarını etkilemiştir. Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabı, Türkçe’ de en çok okunan yabancı eserler arasına girmiştir.
Yaşamı
1869 yılında Petersburg’a bağlı Hamburg kasabasında dünyaya geldi. Babası bir meyhane garsonuydu. 1886’de din okulundan, 1891’de Petersburg İlahiyat Akademisi’nden mezun oldu ve din görevlisi olarak tayin edildi. Kilisedeki görevinin yanı sıra Mihaylov Harp Okulu, Aleksandrov Lisesi, Teknik Okulu ile Petersburg’un farklı liselerinde ders verdi. Bir hatip, gazeteci ve hoca olarak ünü yayılınca Çarlık ailesi tarafından prensleri eğitmesi için saraya davet edildi. Ancak fikirleri Kilise yöneticilerini rahatsız etmeye başlayınca 1903 yılında okullarda verdiği dersler kendisinden alındı ve kilisedeki görevinden çıkarıldı; saraydaki işinden de ayrılmak zorunda kaldı. 1907 yılında “zararlı gazetecilik faaliyetlerinden ötürü” Petersburg yakınında bir manastıra sürgün edilen yazar, manastırda bulunduğu sırada, adaylığını koymadığı halde Rusya’nın ikinci Duma’sına milletvekili seçildi. 1908 yılında Kilise yönetimine hitaben yazdığı mektupta yer verdiği eleştirilerine bağlı olarak Kiliseden aforoz edildi. Kendisine karşı açılan dava sonucunda din görevliliği mesleğinden ihraç edildi, 7 yıl Petersburg ve Moskova’da yaşaması yasaklandı ve 20 yıl bir süreyle devlet işlerinde çalışmaktan men edildi. Papazlık rütbesi alındıktan sonra ünü daha da artan yazar, 1908 yılından itibaren Kırım’da ikamet etti. Rusya’da ve yurtdışı ülkelerde gezerek çok sayıda konferans verdi. Yurtdışında gezdiği yerler arasında en çok Finlandiya’dan etkilendi. Yazıları, “Russkoye slovo” adlı gazetede her gün yayımlandı. Kitapları Balkan ve Avrupa ülkelerinde çevrilip yayınladığından yurtdışında tanındı. Petrov, Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikleri rahatsız eden görüşleri nedeniyle çeşitli baskılar görüyordu; ihtilal kaosunda yakınlarını ve oğlunu kaybetmişti. 1920’de Kırım’dan kalkan ve içinde ülkeden kaçan Denikin Ordusu mensuplarının bulunduğu son gemiye yalınayak ve üzerindeki pijamayla binerek hayatını kurtarmayı başardı. İstanbul’dan geçtikten sonra kısa bir süre Gelibolu’da kaldı ve daha sonra bir grup Rus göçmeniyle birlikte Yugoslavya Krallığı’na geçti. Sanatçı, Yugoslavya Krallığı’nda yöneticiler tarafından büyük ilgi gördü ve Belgrad Üniversitesi’ne profesör olarak tayin edildi. Son yıllarında üniversitedeki derslerinin yanı sıra, tüm ülkeyi gezerek konferanslar verdi; hatip ve gazeteci-yazar olarak büyük bir üne kavuştu. 1925 yılında sağlık durumu kötüleşen Petrov, mide kanseri nedeniyle ameliyat için devlet imkânlarıyla Paris’e gönderildi; ancak iyileşemeyerek 18 Haziran 1925’te hayatını kaybetti. Yakılan naaşının külleri eşi ve kızının yaşadığı Novi Sad kasabasında defnedildi. Mezarı daha sonra kızı tarafından Münih şehrinin Ostfriedhof Mezarlığına nakledildi.
ÖZET
Kitabımız geçmiş zamanlarda çok geri kalmış olan Finlandiya ülkesini anlatmaktadır.
“Yeni Toplumlar Kendileriyle Beraber Yeni Şarkılar Üretirler.”
Moskova’daki bir Devlet Tiyatrosu’nun duvarlarında birdenbire büyük çatlaklar oluştuğu görülmüştür. Mühendisler inceleme yapmış ve binayı sağlam bulmamışlardır ama yıkmak da istememişlerdir. Bunun için temelini tekrar sağlamlaştırmışlar ama ilerleyen zamanlarda yine çatlaklar oluştuğunu görmüşlerdir. Tekrar inceleme yapan mühendisler binanın temeline granit taşlar koymuşlardır. Devletlerin tarihi ve milletlerin yaşantısı da aynı buna benzer. Eskide kalan kanunlar yeni duruma ayak ayak uyduramaz.

‘Mane Tekel Fares’

Bunun anlamı şudur: Kendini yenilemek istemeyen bir toplum yıkılmaya mahkûmdur.

Milletlerin tarihini yine milletlerin kendileri yazmıştır.
Carlyle milletlerin tarihini milletin kendisinin yazmadığını ileri sürer bunun yerine kahramanlar yazar. “Milletler cansız bir kil tabakasıdır’.” der. Kahramanlar bu kil tabakasına can verdiğini söyler. Ama Lev Tolstoy tam tersini iddia eder ve şunları söyler: “Hayatı yaratan olayların akışını belirleyen ve bunların özellik ve biçimini veren tek başına kişiler Napolyon’lar değil, halk kitlesinin ta kendisidir.” der.
Lev Tolstoy bir örnek vererek şunları söyler:
“Bir gemi düşünün. Hareket esnasında geminin önünden sular bir şerit halinde kaçıyor. Bu suşeridinin gemiyi sürüklediğini kim iddia edebilir? Açıktır ki bu su akımını geminin kendisini oluşturuyor, kendi önünde kovalıyor. Güç asıl gemidedir. Akan su ise bunun sonucudur sadece. Milletlerde böyledir işte. Bir millet hareket gücü oluşturup yürüyünce, kendiliğinden harekete geçmiş oluyor ve önündeki suları kovalıyor.” (sayfa 13)
Aslında Tolstoy ve Carlyle’ den birini seçmek gerekmez her ikisi de haklıdır ve birbirlerini tamamlar. Şöyle açıklayayım bir mercek düşünün ve mercek milyonlarca güneş ışığını kendinde toplayıp kâğıt, saman gibi yanıcı maddeleri tutuşturabilir. İşte milletlerde böyledir. Kahraman milletlerin gücünü toplayarak bununla milyonlarca insanın ruhunu tutuşturur.
Finlandiya’nın sert bir iklimi vardır. Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile donlar devam eder. Ağustostan itibaren soğuklar başlar. Arazisi de oldukça kıraçtır. Tarım güçlükle yapılabilmektedir. Finler kendilerine ‘Suomi’ adını vermişlerdir. Suomi “bataklık arazi” anlamına gelmektedir.
Fin milletinin hayatında başlıca iki şey kayda değerdir: Birincisi Rus ihtilaline kadar Finlerin bağımsız bir hayatlarının olmayışı; ikincisi ise kendilerine önderlik edecek büyük adamları yetiştirmemesi. Finler 1811 yılına kadar İsveç Hükümeti’ne bağlıydı. O zamanlar bağımsızlıkları yoktu ve bütün kurumları İsveç’e bağlıydı. Okullarda bile İsveçli öğretmenler hâkimdi. Ama bu öğretmenlerin bir özellikleri vardı. Kalitesiz ve verimsiz ders işliyor çocuklara da hiçbir şey öğretmiyorlardı.  Finlileri alt bir mensup üyesi olarak görür ve onlara saygı göstermezlerdi. O zamanlar ülkede aydın, din adamları parmakla gösterilecek kadar azdı. Daha sonra Finlandiya’yı bağımsız kalmaları karşılığında Rus Hükümeti’ne verdiler. Böylece Finliler bağımsızlık kazanmış oldu ve hayatlarına yeniden başladılar. Kendi kültürlerini kendileri oluşturdular.

Yükseliş Önderi Bir aydın: Snelman

Johan Wilhelm Snelman, 12 Mayıs 1806’ da, Stockholm’ da dünyaya gelmiştir ve 4 Temmuz 1881’de Danskarby’de vefat etmiştir. Snelman dönemim büyük bir bilim adamı, derin bir filozofu ve ünlü bir siyasetçisiydi. Ancak Snelman’ın en büyük ünü, Fin kültürünü yaratan halk öğretmeni olmasındandır.(sayfa 21)
Snelman küçük Suomi için büyük etki yaratmış ve çok iyi işler başarmıştır. Halkı her zaman bilgilendirmiş ve aydın olmak demek sadece modayla olmayacağını belirtmiştir. Kışın ve yazın mevsim fark etmeden bütün Finlandiya’yı bir uçtan bir uca dolaşarak halkı aydınlatmak için konferanslar vermiştir. Ülkenin en ücra köşelerine bile gidip orada halkı bilinçlendirip daha büyük bir ülkeyi oluşturmak çabası içine giriyor.
İsveç egemenliği altına iken eğitimci memurlar bile çok kötüydü. Kendilerini bekleyenleri saatlerce bekletip geri gönderirler ve küstahça konuşurlardı. Ayrıca rüşvet bile alırlardı. Snelman konferans sırasında: “Ben İsveç halkını severim ama ülkem İsveç memurlarından kurtulduğu için mutluyum.” demiştir.
Snelman kışla da konferans vermiş ve halkın kışlaya karşı tutumunu değiştirmiştir. İsveç zamanında ise askerlere çok kötü davranırlar ve içki içip gazinolarda vakitlerini geçirirlerdi. Oradan çıkan kişiler madde bağımlısı olur ve kötü suçlar işlerdi. Öyle ki halk bile kötü alışkanlıklar sergileyen insanları uyarmak için burası kışla değil derdi. Snelman buralarda da konferanslar vererek askerlerin kışlayı farklı görmesini sağladı ve askerden sonra da güzel anılarını anlatabilecekleri yerler olarak değiştirdi. Askerlere öğrenmeleri için kitaplar okumaya başladılar. Komutanlar tüm günlerini gazinolarda değil de askerlere eğitim vermede harcadılar.
Snelman futbol alanında da yenilikler yapmıştır. Çünkü o zamanın gençleri birbirlerinden etkilenerek zamanlarını top peşinde harcıyorlardı. Futbolcularla yapılan bir yemeğe katılmış ve orada onlara şöyle seslenmiştir: “Ey gençler sizler başarılı işler yapıyorsunuz sizi tebrik ederim ama bizim ülkemizin bir top peşinde koşacak vaktimiz yoktur. Bizim biran önce gelişmemiz gerekir.” demiştir ve böylelikle gençlerin de durumdan haberdar olarak onları eğitime yöneltmiştir.
Aileler çocuklarının eğitimde pek görev almıyorlardı ve ne hali varsa görsün deyip başlarından savıyorlardı. Onlara her şey veriyorlardı yapıyorlardı ama onlara zaman ayırmıyorlardı. Snelman yine pedagoglara, tüm anne babalara çocuklarını daha akılcı bir şekilde nasıl eğiteceklerini vatana millete nasıl daha yararlı olabileceklerini öğretiyordu.
Snelman değişik bölgelerdeki aydınları da toplayarak bir halk üniversitesi kurdu. Bu halk üniversiteleri gittikleri yerlerde konferanslar düzenleyip halkı bilinçlendirdiler. Bu konferanslar git gide büyümeye başladı ve halk artık gelişmeye başladı.

Reçel Kralı Yarvinen halk üniversitesinde bir konuşma yaptı:

Ben bir zamanlar yoksul ve sıradan bir satıcıydım. Daha sonra küçük bir dükkân açıp çalışamaya başladım. Şekerleme satmaya başladım. Ama halimden memnun değildim. Yine de işimi sürdürüyordum. Yarvinen konuşmasına şöyle devam etti: “Yıllar önce Krokep’ i hatırlarsınız değil mi? Her yere zarar veren insanları öldüren ve kötülükler yapan Krokep. Geçeneler de onu gördüm herkes öldü diye biliyordu ama o ölmemiş. Ben onu tanımadım sonra o beni tanıdı ve yanıma geldi. Yanında da 3 oğlu vardı. Oğulları hep başarılı yerlere gelmişti. Krokep’e sordum yıllar önce haydut olan bir insan nasıl bu kadar değişebilir? Krokep anlatmaya başladı. O zaman karanlık bir ışık içindeydim ve kimse beni o karanlıktan çıkarmıyordu. Ben tüccarın yanında çalışırken onun paralarını dağıtıp hapse girmemin nedeni tüccarın halka hileli mal satmasıdır. Halka bir daha veresiye vermez diye tüccarı hâkime söylemedim cezam neyse çektim.( Papazın evine giderek onun başını ezdi ama papaz bir yolunu bulup kurtuldu.  Krokep’i o zamanlar deli sanıp akıl hastanesine atmışlardı. Ama o bir yolunu bulup oradan kaçmıştı. ) . Sonrasında ise papazı tekrar öldürmek için gittim. Kapıyı çaldım ve içeri girdim. Papaza kim olduğumu söyledim o benden korktu ama kapıyı yüzüme kapatmadı gelin içeri dedi. Bana karnımın aç olup olmadığını da sordu şarap getir dedim o da ekmeğe sürülmüş tere yağ ile şarap getirdi. İçimden öyle bir ağlamak geldi ki belki ilk defa hayatımda bu kadar çok ağladığımı hatırlıyorum. Sonra papaz beni dinledi. Ona bütün olan biteni anlattım. O da bana şöyle karşılık verdi sen tanrıya kızmışsın. Böyle olmaz git bir daha günah işleme ve çocuklarını iyi yetiştir. İşte o günden sonra çocuklarımın gelişmesini okumasını istedim ve başardım.”. Yarvinenler ve Krokepler hep aynı milletin insanıdır. Bir madalyonun iki yüzü gibidir. Biri cehalet içinde iken diğeri bahar hayatı yaşamaya çağrılıdır.
Yardive' nin hayatını değiştiren onu Reçel Kralı yapan aslında bir konferanstı. Konferansa da Robinson’un hikâyesi anlatılmıştır. Tek başına bir çocuğun nasıl ayakta kaldığı ve kendinin nasıl geliştirdiğinden bahsedilmiştir. Fin halkının da bu şekilde kendini geliştirerek kalkınabileceğini söylemiştir. Yardive’nin arkadaşlarından biri Yumurta Kralı biri Paris’e gidip Ayakkabılar Kralı olmuştur. Yardiven’ de reçel yaparak halkın kötü alışkanlıklardan kurtulmasını sağlamış ve halkı sigara ve ya alkol içmek yerine reçel yemeye teşvik etmiştir. Daha sonra kendini geliştirerek Reçel Kralı olmuştur.
Snelman Berlin’de iken bir konferansa katılmış ve orada aslında Slav olan ama Almanlar için yazan, Slavlar için kötü şeyler yazan bir gazeteci ile tanışmış. Snelman konferansta çıkıp milleti için konuşmuş. Bu gazeteci yazar konuşmadan etkilenmiş ve daha çok içki içmeye başlamış. Snelman ile tanışmışlar sonrasında ise Snelman’ı çok haklı bulmuş ve ona keşke yıllar önce sizi tanısaydım o zaman milletim için daha farkı biri olurdum demiş ve Snelman’ın elini öpmüş. Snelman geç oldu deyip oradan ayrılmış. Haftalar sonra eline isimsiz bir mektup gelmiş ve o mektupta şunlar yazıyormuş: “Siz benim ruhumu tersine çevirdiniz. Şimdi artık benim bu hayata tahammülüm yok. Şimdiye kadar yaşadığım şekilde yaşamak bana iğrenç geliyor. Sanki istemeyerek hayatıma son veriyorum.” (sayfa 98) Snelman mektuptaki yazıyı tanıyamamış. Sonra son bir ayın Viyana gazetelerini taramış ve haberi görmüş. Haberde şöyle yazıyormuş: “Üzücü kaza… Büyük bir kaza… Slav yazar, korkusuz düşünce adamı, dikkatsizlik sonucu ağır bir şekilde kendini yaralamış ve ruhunu teslim etmiştir.”. Snelman anlamış ki o gün konferansta konuştuğu adam…
Eğer bu yazar mantıklı bir eğitim görmüş olsaydı ve ona halk kitlesinin ruhunu ve gönlünü tutuşturmaktan doğan zevkin, hayatı boşa geçirmek zevkinden daha üstün olduğu söylenmiş olsaydı, bu insan kendi ülkesinde bir uygarlık havarisi olurdu.
Snelman konuşmalarına şöyle devam ediyor: “Uyanınız! Yurttaşlarınızı kurtarmak için işbaşına geçiniz! Halkımızın dörtte üçünün yaşamakta olduğu hayat fecidir.”
Bu şekilde bütün halkı uyandırmış ve gelişme için çaba göstermiştir.

Kendini Halkın Sağlığına Adayan Adam

Yıllar önce yeni mezun olmuş bir doktor varmış bu Doktor Finlandiya’nın gelişmemiş, geri kalmış ülkesine atanmış. Doktor oraya gittiğinde gözlerine inanamamış. Çünkü halk hiçbir yönden gelişmemiş. Örneğin; yatakları yokmuş toprağın üstüne yatarlarmış, aynı elbiselerle hem çalışır, hem gezer hem de uyurlarmış. Hastalıklar ve hastalıktan ölen insanlar çok fazlaymış. Erkekler içki içerlermiş. Evleri dağlık yerlere yapmışlar ve ne bir kapı ne bir pencere varmış. Doktor gördükleri karşında çok utanmış ve ben bu insanlar için bir şeyler yapmalıyım demiş ve kurumlara yazı göndermiş. “Ey siz insanlar rahat yaşıyorsunuz. Sizlerin orada bir işi var, sağlıklısınız. Alışveriş merkezleriniz var. Gezip, içip eğleniyorsunuz. Bunlar sizin kardeşleriniz bunlara da yardım edin.”. Sonrasında devlet bu duruma el atıyor ve tıp ordusu gönderiyor. İnsanların hem hastalıklarını tedavi ediyorlar hem de insanlara nasıl beslenmelerini nasıl giyinmelerini öğretiyorlar. Nasıl ev yapmaları gerektiğini anlatıyorlar ve halkı bilinçlendirip hastalıkları, içki gibi kötü alışkanlıkları ortadan kaldırıyorlar. Yıllar sonra doktor vefat ediyor ve bütün köy cenazesini taşıyıp onu defnediyorlar ve ona şu sözleri söylüyorlar:
“Bizi çok iyi yetiştirdin. Bizlerin gözünü açtın ve daha sağlıklı olmamızı sağladın. Küçük Suomi’miz için uğraştın sana minnettarız. Senin heykeli dikmek gerekir ama bak bizler senin eseriniz. Milletin sağlığı için mücadele eden büyük kahramanın şanı sonsuza dek yücelsin.”

YORUM

Kitap beni çok etkiledi. Özellikle Snelma’nın konuşmaları ve insanları nasıl etkilediği. Kitabın başlarında aslında Finlandiya’nın bu kadar yükselip gelişeceğini düşünmüyordum ama ilerleyen sayfalarda daha da iyi olacağına inandım. Geri kalmış, bağımsızlıkları yok bir ülkenin eğitim gibi güçlü bir silahla tekrardan ayağa kalktığını görmek beni çok etkiledi. “Her işin başı eğitimdir.” sözü gerçekten de tam anlamıyla ben de yerine oturdu. Bir millet bir tarafta sözde eğitimli yaşarken diğer tarafta insanların eğitim, kültür, medeniyet gibi değerlerden haberi olmadan yaşaması gerçekten de üzücü bir durumdur. Eğitim ücra köşelerde ki insanlara da ulaşmalıdır. Hangi zorlukta olursa olsun.
Kitap da gördüm ki insanlar eğitim almadan hastalıklar yüzünden ölebiliyorlar. İnsanlar nasıl giyinmeleri gerektiğini, nasıl yaşamaları gerektiğini hatta nasıl ev yapmalarını gerektiğini bile bilmiyorlar. Kötü alışkanlıklarla yaşıyorlar ve daha kötüsü başkalarının kültürlerini almaya çalışıyorlar. “Başkalarının kültürlerini taklit eden bir toplum daima yıkılmaya mahkûmdur.”
Snelman karakteri bir öğretmen olduğu için beni çok etkiledi. Anladım ki umutlar hiçbir zaman kaybolmazlar. Çok kötü durumda olan ülkeyi bir eğitimci olan Snelman ayağa kaldırdı ve bugün bile dünyanın her yerinde Finlandiya adının konuşulmasını sağladı. Eğitimsiz bir toplum cahildir. Kitapta Krokep’ in hikâyesi beni çok etkiledi. Onun elinden kimse tutmadığı için, ona bazı şeylerin yanlış olduğunu söylemedikleri için çok kötülükler yapan bir insan olarak yetişmiştir. Ama bir taraftan en yakın arkadaşı olan Yardiven etrafından aldığı bilgilerle yükselmiş ve ülkede Reçel Kralı olmuştur. Aslında ikisi de aynı milletin insanlarıdır. Biri sadece eğitim görmüş diğeri görmemiş. Ben inanıyorum ki iyi yetişmiş bir öğretmen ülkenin neresinde olursa olsun isterse ölü bir toprağa çiçek ekebilir ve o çiçekleri yetiştirebilir. İleri de mesleğimi yaparsam o ülkenin sadece çocuklarını değil, gençlerini, yetişkinlerini ve yaşlılarını da sadece bilgi yönünden değil her türlü yönden geliştirmek isterim.




2 yorum:

  1. İyi eğitim görmüş her birey kültürel, ekonomik ve sosyal açıdan zengindir. Kendini ve çevresindeki insanları her zaman geliştirme imkanı bulur ve bu imkanları yaratır. Bana göre eğitim kalkınma açısından olmazsa olmaz bir olgudur. Kültürüne ve değerlerine sahip çıkmayı görev edinmiş bir birey olarak, eğitimin dünya üzerinde var olan her bireye verilmesi gerektiğini savunuyorum. Elinde herhangi bir imkan bulunmadan ve eğitimin söz konusu bile olmadığı bir toplumun, eğitim sisteminden günümüzde hemen her ülkede söz ettirmesi beni oldukça etkiledi. Ekonomik açıdan bu denli zayıf olan bir ülkenin doğru uygulanmış bir eğitim politikası sayesinde kalkınma yaşaması beni oldukça etkiledi. Öğrencilerin bir birey olarak dikkate alınması ve her bireyin farklı özelliklere sahip olduğunun bilinip bu duruma göre eğitime devam edilmesi, bana göre her ülkenin eğitim sisteminde değişmez ön koşul olmalıdır.

    YanıtlaSil
  2. Bir toplumun gelişmesi ancak eğitimle sağlanabilir. Kültürel açıdan da diğer toplumları taklit etmemek şarttır.Taklit eden toplumlar manevi kayıplar yaşarlar.Eğitim sadece bir toplumda çocuklara değil bütün herkese verilmeli ve toplum bilinçlendirilmelidir.

    YanıtlaSil

BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA

KİTAP HAKKINDA KİTAP ADI: BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA YAZAR ADI: DR.ÖZGÜR POLAT BASIM TARİHİ: 1.BASKI EYLÜL 2016/ 77.BASKI HAZİRAN...