19 Mayıs 2018 Cumartesi

BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA


KİTAP HAKKINDA


KİTAP ADI: BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA
YAZAR ADI: DR.ÖZGÜR POLAT
BASIM TARİHİ: 1.BASKI EYLÜL 2016/ 77.BASKI HAZİRAN 2017
BASKI: MEGA BASIM
YAYIN EVİ: DOĞAN YAYINCILIK
SAYFA: 247

KİTABIN VERMEK İSTEDİĞİ ANA DÜŞÜNCE: Çocuk eğitilirken ona ödülle hiçbir zaman yaklaşılmaz. Çocuk kendi sorumluluğunu kendi bilip işlerini yapmalıdır.

YAZAR HAKKINDA

Özgür Bolat 1979 Antalya’da bir gecekonduda doğdu. Özgür Bolat’ın babası işçi olarak çalışmaktaydı. Özgür Bolat ailenin 3 çocuğundan biridir.
Gecekondudan Harvard Üniversitesi’ne

İlkokulu Fatma Parıltı İlköğretim Okulu’nda okudu. Üniversite eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde aldı. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun olan Özgür Bolat, Türk Eğitim Vakfı ve Fulbright bursuyla Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı
Özgür Bolat, Cambridge Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde doktora yaptı.
Dr. Özgür Bolat Yeni Zelanda’da 2007 yılında yapılan uluslararası bir konferansta ‘En İyi Genç Araştırmacı’ ödülüne layık görüldü.
Özgür Bolat, 2007-2008 yılını MIT Sloan School of Management’ta dersler aldı ve araştırmalar yaptı.
Özgür Bolat, okullarda Öğretmen Liderliği Projesini 2008 yılında başlattı. Öğretmen Liderliği Projesini 100’den fazla devlet okulunda ve özel okulda uygulanmıştır.
Dr. Özgür Bolat, hürriyet gazetesinin sitesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Dr. Özgür Bolat, Gelişen Aile Akademisi ve Öğretmen Liderliği Akademisi kurucusu olarak çalışmalar ve araştırmalar yapmaktadır. Dr. Özgür Bolat, kurmuş olduğu Anne Baba Okulu ile ebeveynlere mutlu ve başarılı çocuk yetiştirmenin prensiplerini öğretmektedir.
ÖZET

Kitabın ilk kısmı Skinner’ın davranışçı ekolü üzerinden başlıyor. Güvercinlerle yaptığı deneylerle onları savaş için hazırlıyor. Böylelikle eğer insanlara da ödül verilirse eğitilebileceğini düşünüyor. Bunun yanında Prof. Edward Deci ve Prof. Mark Leffer ödülsüz eğitimi savunuyor ve ödülün iç motivasyonu düşürdüğünü söylüyor.

ÖDÜL GERÇEKTEN İŞE YARAR MI?(2.BÖLÜM)

Bir okulun yanında yaşlı adam varmış. Çocuklar okuldan çıktıktan sonra eve giderken yaşlı adamın balkon demirlerine vurarak geçerlermiş yaşlı adam bu durumdan rahatsız oluyormuş. Çocuklar yine bir gün demirlere vurarak geçerken yaşlı adam balkona çıkıp “Çocuklar bunu her gün yapın çünkü bu sesi çok seviyorum sizlere de bunun karşılığında 1 TL vereceğim.” demiş. Yaşlı adam bir hafta boyunca çocuklara 1 TL vermiş. İkinci hafta ise “Çocuklar param kalmadı 50 kar vereceğim.” demiş. Üçüncü hafta ise “Çocuklar artık hiç param kalmadı sizlere para veremeyeceğim çünkü param bitti.” demiş. Çocuklar “Para yoksa bizde artık yapmayız.” demişler. Burada anlatılmak istenen çocuklara ödül verirsek bu işi yaparlar ama ne zaman ki ödül vermekten vazgeçersek o zaman davranışta ortadan kalkar.

Hedonistik Adaptasyon

İnsanların sahip oldukları şeylere alışıp, o şeylerden daha az keyif almalarına psikologlar hedonistik adaptasyon diyor. Bunu şu şekilde açıklıyor: Maymunların önüne bir elma koyuyor ve sarı ışık yakıyor. Sarı ışık yakıp elma koyuyor böylece maymunlara ne zaman sarı ışık yakılırsa o zaman maymunlar elma verileceğini anlıyor. Bir süre sonra maymunlar duruma tepki göstermiyor çünkü sarı ışık yakılınca elma verileceğini anlıyor. Aynı şey üzüm ile de tekrarlanıyor maymunlar bu duruma da alışıyor. Ödül beynin hem iç motivasyonunu öldürür hem de kişinin kendini motive etme kapasitesini azaltır.
Çocuk ödülle iş yapamaya alışırsa kendi sorumluluğunda olan işler için bile ödül talep eder. Örneğin; annesi çocuğuna “Oğlum yemekleri ısıtır mısın?” diye soruyor. Çocuk ise “Anne bunun karşılığında ne vereceksin?” diye soruyor. Yani yemeği ısıtmayı kendi sorumluluğunda algılamıyor. Sorumsuzluk bilinci gelişiyor.

ÖDÜL İÇ MOTİVASYONU NASIL ETKİLER?(3.BÖLÜM)

Prof. Watson Nobel ödülünü aldıktan sonra çok az bilimsel araştırmalar yapıyor çünkü ödül onun içsel motivasyonunu azaltmıştır.
Profesör Leam Birch: “Acaba bir çocuk bir yemeği sevmiyorsa ona ödül vererek sevdirebilir miyiz?” diye düşünüyor. Çocukları 3 gruba ayırıyor. 1.gruba “Kefir içerseniz sinema bileti kazanırsınız.” diyor. 2.gruba “Bu kefiri dene.” diyor ve onları övüyor. 3.gruba ise “Kefiri deneyin.” diyor. Tabi ki ödülü alan grup daha çok içiyor. Buradan anlaşılacağı üzere ödülle bir çocuğa iş yaptırabilirsiniz ama olumlu tutum ve iç motivasyonunu geliştiremezsiniz.

Ödül Ve Bilişsel Çelişki Arasındaki İlişki

Bir gruba solucan yeme deneyi yapılıyor. Denekler tek tek odalara alınıyor ve anket yapılıyor. Ankette ki ifadelerden biri de “Kendimi cesur bir kişi olarak görüyorum ifadesidir.” daha sonra deneklere deneyin iptal olduğu söyleniyor ama başka deneylere de katılabileceklerini söylüyor. Bunlardan biri bilişsel becerileri ölçen bir test diğeri de kendilerine elektrik şoku uygulayacaklar. Denekler elektrik şoku deneyini tercih ediyorlar çünkü göstermiş oldukları tutum davranışlarını etkiliyor.
İkinci bir örnek ise Kore Savaşı sırasında Çinliler, Amerikalı esir askerler üzerinde sıkça kullanmışlardır. Amerikalı bir askerin komünist Çin’e karşı tutumu olumsuzdur. Sonrasında Çinliler bunu Bilişsel çelişki kullanarak değiştiriyorlar. Basit cümleler söyleterek bunu yenebiliyorlar. Bu cümleleri söyleyen Amerikan askerleri tutumlarını da değiştirmek zorunda kalıyor. Tutum ve davranış arasında bir etkileşim vardır. İkisi de birbirlerini etkiliyor. Tutum davranışı değiştirdiği gibi, davranışta tutumu değiştiriyor.

ÖDÜL BİR KONTROL MEKANİZMASI MIDIR?(4.BÖLÜM)

İki grup seçiliyor ve birinci gruba şöyle deniyor. Sizden bir makale yazmanızı istiyorum bu makaleniz uzmanların görüşleri ile değerlendirilecek. İkinci gruba ise sizden bir makale yazmanızı istiyorum ama bu makale uzman kişiler tarafından değerlendirilmeyecek dilediğinizce yazın. Sonrasında ise birinci gruba artık değerlendirilmeyeceksiniz dileğinizce yazın deniyor ama bunlar yazmıyor. Yani kontrol mekanizması ortadan kalkınca davranışta ortadan kalkıyor.
Not ve sınav iç motivasyonu öldürmektedir. Örneğin; öğrenciler bir sınava giriyor. Sınavdan sonra tekrar çalışmıyor. Çünkü sınav iç motivasyonu öldürmüştür.

Ödül Araç Mı? Amaç Mı?

Sizlere iki çeşit eğitim paketi sunuluyor bu paketler a ve b paketleri yalnız a paketi kazanmak için b paketini almanız gerekiyor. Sonrasında ise iki pakette aynı anda sunuluyor sizler tabi ki a paketini seçersiniz çünkü sizin için amaç a paketi b paketi ise araç olmuştur. Amaçta araçtan daha değerlidir. Kısacası ödül asıl etkinliği araç haline dönüştürdüğü ve araç da amaçtan daha az önemli olduğu için iç motivasyonu azaltıyor.

ÖDÜL BAŞARIYI VE MUTLULUĞU NASIL ETKİLER?(5.BÖLÜM)

Motivasyon türleri dörde ayrılır: (sayfa 59)
Dış motivasyon: çocuklar ödevlerini “Öğretmen kızar.” diyerek yapıyorlar. Doğal olarak dış motivasyonla ödev yapan çocuk dış motivasyon kalkınca iş yapmayı bırakır.
İçe yansıyan dış motivasyon: “Ödevi yapmazsam suçlu/kötü hissediyorum. Kendimi ispatlamak için yapıyorum.”. Aslında çocuk ödevi yapıyor ama ödevin kaynağı kendisi değildir. Sadece işi yapmazsa dışarıdaki baskıdan dolayı kötü ya da suçlu hissedecek.
İçselleştirilmiş motivasyon: “Ödev benim sorumluluğum./ iyi bir öğrenci olmak için yapıyorum./ benim amacıma hizmet ediyor.”. Çocuğun hedefi var bunun için ödev yapıyor. Tam anlamıyla içsel motivasyon sayılmaz.
İç motivasyon: “Öğrenmek için yapıyorum./ ilgimi çekiyor./ seviyorum.”. Çocuk kendi kendine araştırmalar yazıyorsa bu iç motivasyondur. Çocuklar hafta sonu bile okula geliyorlarsa bu yine iç motivasyondur.

İç Kontrol Odaklılık

İç kontrol odaklı insanlar daha başarılı ve daha mutludur. Çünkü bir şeyi başarmak için çaba gösterirler ve inanırlar. Ama dış kontrol odaklı insanlar olup bitenleri kendilerine bağlamazlar. Başarıyı ve mutluluğu kendi dışındaki güçlerde görüyor.
İki çiftçi düşünün ikisi de tarlasına pancar ekiyor. Biri sulama sistemi ile tarlasını suluyor diğeri yağmur suyuna güveniyor. Birinci çiftçi hayatta daha mutludur. İlkinin başarısı kendine bağlı diğerinin başarısı yağmura bağlıdır. İç ya da dış kontrollü olmak işte buna benzemektedir.
Dış kontrol odaklı kişilerin sorun çözme becerisi de zayıftır. Problemin kaynağı başkalarıysa çözümü de başkalarındadır diye düşünüyor.

Özdenetim

Çocukların özdenetimini ölçmek için bir deney yapılıyor bu deneyde masaya bir lokum bırakılıp deniyor ki eğer bu lokumu ben gelene kadar yerseniz yiyin ama ben gelene kadar yemezseniz sizlere 1 tane daha lokum vereceğim. Çocuklardan bazıları lokumu hemen yiyor bazıları ise bekliyor. Bekleyen çocuklara yıllar sonra tekrar karşılaşıldığında çok daha başarılı oldukları görülüyor. Diğer çocukların ise hayatlarında mutsuz oldukları görülüyor. Yani burada anlatılmak istenen çocuklara özdenetim kazandırmaktır.

Ödül ile İç Kontrol Odaklılık Arasındaki İlişki

Ödülle, ceza, kızma hepsi dış kontrol odaklıdır. Örneğin; çocuk ödevini öğretmen kızmasın diye yapıyorsa bu dış kontrol odaklı olmaya başlar. Ancak bir çocuk uzaya merakı varsa kimse bir şey demeden araştırma yapıyorsa iç kontrol odaklıdır ve hayatta daima başarılı ve mutlu olur.

Ödül İle Özdenetim Arasındaki İlişki

Çocuklara ödevlerini yapmaları için bir ödül ve ya ceza sunulmamalıdır. Çünkü çocuk dış kontrol mekanizmasına sahip olmaktadır. Ödül özdenetimin gelişimini büyük oranda etkiler. Örneğin; bir çamaşır makinesi düşünün. Çamaşırları attınız ve beklemeye geçtiniz ama çamaşır makinesinin yıkama bitince sizi uyaracak bir sistemi yok. Bu durumda sürekli onu kontrol etmek durumundasınız. Ama bir kurma düğmesi varsa, makineyi önceden kurarsınız ve kontrol etmenize gerek kalmaz. Aynı şekilde siz bazı değerleri çocuğa kazandırırsanız, o da kendi kendini denetleyecektir. İç denetim kazanmış çocukları denetlemenize gerek yoktur. Ödül kullanımı artıkça özdenetim azalır. Çocuğun davranışları dış bir mekanizma ile denetleniyorsa, çocuk kendi özdenetim mekanizmasını geliştirme ihtiyacı duymaz.

ÖDÜL CEZA MIDIR? CEZA ÖDÜL MÜ?(6.BÖLÜM)

Ödül İle Ceza Arasındaki Benzerlik
1.    Ödevini yaparsan, bilgisayarla oynayabilirsin.
2.    Ödevini yapmazsan bilgisayarla oynayamazsın.(sayfa 62)
Bu cümlelerin biri ödül diğeri cezadır ama her ikisi de aynı anlamdadır. Bazen ödül diye düşündüğümüz şeyler çocuklar için ceza olabilmektedir. Örneğin; “Takdir belgesi alırsan tablet alacağım.” diyen anne baba eğer alamazsan tablet almayacağım yargısında çocuğa vermiştir. Eğer çocuk alamazsa hayal kırıklığı oluşacak, üzülecek ve kendini değersiz hissedecektir. Kısacası ödül bekleyen ama alamayan çocuk cezalandırılmış hisseder. Her ödül içinde aynı zamanda ceza da vardır.

Beklenmedik Ödüller

Örneğin; bir süper lig takımı amatör bir takımı yenerse çok mutlu olmaz ama amatör takım süper ligde oynayan bir takımı yenerse, o zaman çok mutlu olur. Çünkü bu durumda kazanma beklenmedik bir durumdur. Yani insanlar beklenmedik bir durumlarda kazanınca çok mutlu oluyor ama beklendik durumlarda kazanınca çok mutlu olmuyor. Bu durum piyango biletlerinde de vardır. İnsanlar kazanmayacaklarını bildikleri için kaybedince üzülmüyor ama kazandıkları zaman da çok mutlu oluyor çünkü kazanma ihtimalleri çok düşüktür.

Ceza Ödül Müdür?

İsrail’de bir anaokulunda bir sorunla karşılaşılıyor. Okul 16.00 da bitiyor ama veliler çocuklarını almak için okula geç geliyor bu durum öğretmenin motivasyonunu azaltıyor. Anaokulu yöneticileri, ekonomist Uri Gneezy ile irtibata geçip, bu sorunu çözmesi için ondan yardım istiyor. Uri şöyle bir çözüm buluyor okula geç kaldığı her 10 dakika için veliden 3 dolar para cezası ödemesini istiyor. Böyle olduğu halde okula geç gelen veli sayısı her geçen gün artıyor. Ceza geç kalmaları artırıyor çünkü cezayla beraber geç gelme davranışı meşrulaştırılıyor. Ceza velilere geç kalma hakkı veriyor. Yani ceza veliler için ödül oluyor.
Ceza ve ödülden sonra yeni sosyal normlar oluşur. Ödül ve ceza ortadan kalksa da oluşan yeni sosyal normdan dolayı kötü davranışın devam etmesine sebep olur. Okula geç gelen velilerin cezayı ödüle dönüştürdüğü gibi.

 ÖDÜL PERFORMANSI ARTIRIR MI?(7.BÖLÜM)

Dan Ariely 87 denekle bir deney yapıyor. 3 gruba ayırıyor. Denekler 6 görevi başarı ile tamamlarlarsa onlara para ödülü verileceği söyleniyor. 1.gruba bir günlük, 2.gruba iki haftalık ve 3.gruba da beş aylık ücret değerinde para vereceğini söylüyor. En başarılı grup en az para alan grup oluyor. Yani ödülün değeri artıkça performans düşüyor. Çünkü ödülün fazla oluşu deneklerde endişe ve strese neden oluyor.
Bu da demek oluyor ki insanları motive etmek için ne kadar çok büyük ödül vaat edilirse performans o kadar çok düşüyor çünkü insanlarda endişe ve stres oluşuyor.

Stres Performansa Zarar Verir Mi?

Örneğin çocuğunuza “Ödevini yaparsan oyun oynayabilirsin.” derseniz o an da çocukta heyecan yaratabilirsiniz. Çocuk oyun oynamak için o kadar heyecanlanırken ödevine odaklanamaz. Odaklanamadığı için de performansı düşer ve ödevini yapamaz.  
Şirketlerdeki Ödül Sistemi Performansı Etkiler Mi?
Ödül mekanik işlerde performansı artırır ama muhakeme gerektiren işlerde artırmaz. (sayfa 81) Şirketlerde ki başarılarda böyledir. Çalışanlara verilen işlerin ya sadece mekanik olması ya da işe mekanikmiş gibi yaklaşılmasıdır.
Karmaşık durumlarda çocuğa ödül verilirse, çocuk bu işe mekanikmiş gibi yaklaşır. O işi yapar ama bu pek de etkili olmaz. Bu da işe zarar verir.

ÖDÜL YARATICILIĞI GELİŞTİRİR Mİ?(8.BÖLÜM)

21.yüzyıl becerilerinin en önemlisi yaratıcılıktır. Öğretmenler sınıflarında yaratıcı öğrenci istemektedirler. Öğretmenin yaratıcı olabileceğini düşündüğü grup yerine diğer grup daha yaratıcı çıkıyor. Yaratıcı öğrenciler aniden konuşurlar, az hoşgörülüdürler, duygusaldırlar, kurallara uymazlar. Ama öğretmenin istediği yaratıcı öğrenci özellikleri düzenli, saygılı, çalışkan, kurallara uyan, sakin. Öğretmen öğrencilere kontrol altına almak istiyor bunun için öğretmen ödülleri kullanıyor yalnız ödül sadece mekanik işlerde yardım sağlar karmaşık işlerde değil.

Kontrol Ve Yaratıcılık

Ödül çocuğu kontrol ettiği için yaratıcılığı da olumsuz etkilemektedir. Prof. Teresa ödülün kontrol ederek çocuğun yaratıcılığını düşürdüğünü ispatlamak için bir deney yapıyor. 60 tane denekleri alıyor ve onları bir odaya koyuyor. Görevleri bir video izlemek ve değerlendirmek. 10 dakika sonra videonun bozulduğunu söylüyor ve kapatıyor. 1.gruba hem seçenek hem de ödül veriyor. 2.gruba seçenek veriyor ama ödül vermiyor. Bir gruba seçenek vermiyor ama ödül veriyor. En yaratıcı grup 2.grup oluyor. Çünkü hiç kontrol yok ve seçenek sunuluyor. En az yaratıcı grup 3.grup çıkıyor. Çünkü hem ödülle hem de seçenek sunulmayarak kontrol ediliyor. Denekler 2 farklı kontrol mekanizmasına maruz kaldığı için yaratıcılıkları düşüyor. Diğer kişiler kendi istekleri ile yaptığı için daha yaratıcı ürünler ortaya koyuyorlar.

Gerçek Hayatta Yaratıcılık

Bir ressama zevk için resim yap dediğimiz zaman daha yaratıcı resimler yapar ama sipariş üzerine bir resim yap dediğimiz zaman pek yaratıcı olmaz. Çünkü ressam müşterinin isteğine göre yapmak için strese girer ve bu da yaratıcılığı düşürür.

Bakış Açısı

Ödül, bakış açısını değiştirdiği için yaratıcılığı öldürür. Çocuğa ödül vererek bir sürü iş yaptırabilirsiniz ama yaratıcı olmasını ve ya eleştirel düşünmesini sağlayamazsınız.

Bilişsel Daralma

Elimizde 14 farklı karton var her kartonda farklı bir geometrik şekil var. Göreviniz 14 geometrik şekli sırasıyla ezberlemek. Sizler kısa süre içinde geometrik şekilleri ezberliyorsunuz ama sıra rengini söylemeye gelince duraksıyorsunuz. Çünkü siz ödül için sadece şekle odaklandınız. Ödül almayan grup hem geç ezberliyor hem de şekillerin renklerini de ezberliyor. Bu da demek oluyor ki ödül alacak grup daha çok şekillere odaklanıyor renkler dikkatlerini çekmiyor işte buna bilişsel daralma denir.

Ödül Çabayı Artırır

Ödül, emeği arttırdığı için mekanik işlerde işe yarar ama yaratıcı işlerde bilişsel daralma yarattığı için olumsuz etkiler.(sayfa 89)

ÖDÜL ÖĞRENMEYİ NASIL ETKİLER?(9.BÖLÜM)

 Çocuklara bir iş karşılığında ödül verilince, amaç o işi en iyi şekilde yapmak değil, en kısa sürede yapıp ödülü almak olur. Örneğin; halatlarla oynanan bir oyun. Çocuklardan halatları çubuğa geçirmelerini ister. Çocuklar her defasında biraz daha uzaklaşarak başarı duygusunu tatmak ister bu grup gelişim odaklı bir gruptur. Daha sonra 10 tanesinden 7 sini geçirene ödül vaat edildiği zaman performans odaklı olan grup ödülü almak için yakından atış yapacaktır ve bir iş için ödül konduğu zaman çocuklar en kısa yolu tercih ederler ve risk almaktan korkarlar. Bu durumda öğrenme ve gelişimi zayıflar.
İnsanlar normal şartlarda yarım kalmış işleri bitirmek isterler. Ama çocuk ödül alınca, iş yarım kalsa da kişi işini bitirdiğini düşünür ve o işe geri dönmez. Örneğin; bir grup öğrenci iki gruba ayrılıp Legolardan t şekli yapmalarını istiyor. 3 dakika sonra durduruluyor ve bir gruba ödül veriliyor. Daha sonra çocuklar izleniyor ve ödül almayan grup görevlerine devam ediyor ama ödül alan grup nasıl olsa ödülü aldım diye tekrar yapmıyor. İşte böylelikle tam öğrenmiş olmuyor ve gelişim olmuyor.
Karne hediyesi de yine bir ödüldür ve iç motivasyonu düşürür. Gelişimi ve öğrenmeyi olumsuz etkiler.

ÖDÜL DEĞERLERİ ÖĞRETİR Mİ?(10.BÖLÜM)

Yardım etmek insanın doğasında olan bir değerdir eğer insana yardım etmesi sonucu bir ödül verilirse değer içselleşmez ve ödül ortadan kalkınca da yardım etmeyi bırakır. Örneğin; kan bağışı yapan insanları 2 ye ayıralım bir gruba kan bağışı karşılığında para verileceği söylensin diğer gruba ise kan bağışı gönüllü olarak yapılması istensin. En çok kan bağışı yapan gönüllü olarak yapılan kan bağışıdır. Çünkü insanlar işi ödül için yapıp çıkarcı görünmek istemez. Onun için ödül olunca insanlar o işi yapmak istemez. Ayrıca ödülle kan bağışında bulunan insanların kanları hastalıklıdır. Çünkü değerleri çok güçlü değildir. Bu yüzden uyuşturucu kullanır, madde bağımlısı olur. Bu da hastalıklara yol açar.
Ödül verilince yetişkinler de değerlerden uzaklaşır. Çünkü ödülle iş yaparsa iyi insan olma duygusunu hissedemez. Örneğin; eve yolculuk filminde babasını kaybeden bir genç şehirden köye geliyor. Ancak annesi cenazesinin doğduğu köye defnedilmesini istiyor. Köyün geleneklerine göre ölünün ruhu hatırlasın diye tabutun arabada değil omuzlarda taşınması gerekiyor. Genç muhtarla konuşuyor ama yol uzun olduğu için kimse taşımak istemiyor böyle olunca da genç o zaman parayla taşıtalım diyor ve muhtar da peki deyip köyün gençlerini toplayarak cenazeyi taşıtıyor ama parayı gençler reddediyor. Çünkü onlar bu işi para için değil, onurları, değerleri ve iyilik duyguları için yapıyor. Para alırlarsa iyi insan olma duygusunu yaşayamazlar.
İnsan davranışların iki türlü norm yönetir: Sosyal norm ve Pazar normları.(sayfa 113) Örneğin; bir vakıf tarafından avukata ihtiyaç var ve para sınırlı bir grup avukatı arayıp “Bize yardım edebilir misiniz? Bunun karşılığında 30 dolar verelim.” diyorlar. Avukatların aldığı ise 950 dolar o yüzden pazar normlarına göre değerlendirip kendilerini ucuz hissettikleri için bu teklifi reddediyorlar ama bir grup avukata da “Bize gönüllü olarak yardımda bulunur musunuz?” diye soruyorlar. Avukatlar bunu sosyal norm olarak görüp yardım ediyorlar. Ödüller sosyal normları pazar normlarına dönüştürürler.
Kısacası ödülle değer kazanmak zordur. Ödül var olan değeri de zayıflatır.(sayfa 113)

ÖDÜL ETİK DIŞI DAVRANIŞLARA ÖZENDİRİR Mİ?(11.BÖLÜM)

Prof.Schweitzer ödül ile etik dışı davranışlar arasında ilişkiyi anlamak için 154 denek ile bir deney yapıyor. Denekleri 3 gruba ayırıyor ve gruplara 7 tane harf veriyor ve bu harflerden anlamlı kelimeler türetmelerini istiyor. 1.gruba “Elinizden gelenin en iyisini yapın.” diyor. 2.gruba da “Keyfini çıkarın.” diyor. 3.gruba ise “En az 9 kelime türetin 2 dolar kazanacaksınız.” diyor. Sonra yazdıkları kâğıtları bir kuyuya isim yazmadan atmalarını istiyor. Ama kontrol edenler kişilere gizli numara koyup kimin ne yazdığını biliyor. Sonra gruplar çağırılıyor tabi ödül alacak grup kimse fark etmez diye en güzel yazıları bulmak istiyor. Yani görüldüğü gibi ödül alan grup etik dışı davranış gösteriyor. Ödül insanları etik dışı davranışlara yöneltiyor.
Eğitim dünyasında da bu durum böyledir. Öğrenciye not ödülü için sınav yapılıyor. Öğrenciler yakalanmayacaklarını düşündükleri için kopya çekiyor. Yani öğrenciler bilerek etik dışı davranışlar gözlemliyor.
Kurumlarda da insanlara ödül verilince kurum kısa vadede idare edebiliyor ama uzun vadede kurumların ayakta kalması mümkün olmuyor.(sayfa 127)

ÖDÜL İLİŞKİLERİ BOZAR MI?(12.BÖLÜM)

Ödül ve rekabet olduğu zaman, insanlar birbirlerini düşman olarak görüyor çünkü karşısındaki insanları birer engel olarak görüyor.(sayfa 137) Örneğin; beden eğitimi öğretmeni çocukları dört gruba ayırıyor ve onlara farklı koşu parkurları hazırlıyor ve “Kazanana çikolata vereceğim.” diyor. Çocuklar ödül için yarışıp kazanan grup çikolata alma hakkını kazanıyor. O sıra da arkalardan sesler yükseliyor. Hasan Duygu’ya bağırıyor ve “Senin yüzünden kaybettik.” diyor. Duygu bu durumda kendini istenmemiş ve kabul görülmemiş olarak hissediyor. Öğretmen “Olur böyle şeyler!” diyerek dersi bitiriyor. Burada eğer ödül olmasaydı çocuklar birbirlerine karşı kötü düşünceler sergilemeyeceklerdi ayrıca kazanan grupta kaybeden grubu aşağılamayacak ve kendilerinde narsisizm geliştirmeyecekti. Hatta birbirlerine yardım edeceklerdi. Ödül arkadaşlık ilişkilerini, güvenlerini ve mutlu olmalarını engeller.

ÖDÜL BİREYLERİ NASIL MUTSUZ EDER?(13.BÖLÜM)

Duygunun durumuna bakacak olursak duygu sınıf tarafından başarısız ve kabul edilmediğini görürse mutsuz olacaktır ve okula gitmek istemeyecektir. Başarısız olsa bile bu durumu “Midem ağrıyor, gece uyuyamadım.” gibi nedenlere bağlayacaktır. Yani kendi değerlerini korumaya çalışacaktır. Psikoloji bunu “Beklenti Teorisi” ile açıklamaktadır. Duygu hayatının geri kalanında özgüvenini kaybeder. Kendini hiçbir zaman başarılı göremez.
Peki, Bu Durum Ödülü Kazanan Kişiler İçin Nasıl Değerlendirilir?
Sürekli ödülü kazanan kişilerde ailelerine yalan söylerler. Sürekli ben kazandım derler ve hayatları boyunca hep endişe ve kaygı içinde olurlar bu durumda da mutlu olmazlar. Yargı insanı mutsuz eder ve rekabet ve ödül ortamları da yargı ortamı yarattığı için mutsuzluk kaynağıdır.
“Kim daha yüksek not alırsa cep telefonu alacağım.” gibi çocuklarını ödülle rekabet haline getirirse çocuklar şöyle düşünür: “Beni ödülle kabul ediyorlar.”. Bu da kendi başarılarını etkiler ve acaba “Şu kişi kaç aldı?” diye düşünür ve kendinden yüksek almışsa ondan nefret eder. Aileler bir nevi çocuklarının başarılı olmasını isterken rekabet ortamı yaratır ve onların mutsuz olmalarını sağlar.

ÖDÜL ŞİRKETLERİN PERFORMANSINI DÜŞÜRÜR MÜ?(14.BÖLÜM)

Ödül ve rekabet olduğu zaman, kurumlarda yetkin insanlar yetkin insanlarla çalışmak istiyor ve daha az yekin insanların kendi performanslarını düşürdüğünü söyleyip gruplarına almıyor. Bu da daha şirketlerin yeni yıldızlar üretmesini engelliyor. Ödül olunca bir süre sonra işten ayrılmalar başlıyor. Örneğin; daha fazla çalışana maaşının 2 katı verileceği söylense insan işten çıkıyor ve “Daha güzel işler başardığıma göre daha yüksek yerlerde çalışabilirim.” diyor. Bu da şirketlerdeki verimliliği düşürüyor.

ÖDÜL ŞİRKETLERDEKİ VERİMLİLİĞİ DÜŞÜRÜR MÜ?(15.BÖLÜM)

Örneğin; bir futbol takımı kurdunuz. 11 oyuncu satın alacaksanız ve elinizde 11 milyon gibi bir para var. Siz bu parayı çok iyi oynayan ilk 2 kişiye mi verirsiniz? Yoksa herkese eşit bir şekilde mi? Tabi ki sizin ilk iki kişiye fazla para vermeniz verimliliği düşürecektir. Çünkü adaletsizlik hâkimdir. Adaletsizlikte doğal olarak verimliliği düşürmektedir. Eşitliğin olmadığı takımların performansları düşmektedir.
Adaletsizlik iki nedenle verimliliği düşürüyor: Birincisi stres yarattığı için kişi verimsiz çalışıyor. İkincisi ise haksızlığı gidermek için daha az emek veriyor.(sayfa 160)
Rekabet ve ödül dış referans sağladığı için, gelişimi durduruyor. Örneğin; bir çocuğa annesi “Oğlum birazcık ders çalış.” demiş çocuk “Anne ben zaten bu şekilde de birinciyim.” demiş yani ödülle birinci olmuş bu da çocuğun gelişimini durdurmuş. Aynı şekilde bir dalgıç ayaklarını kullanmadan yüzüyormuş neden ayaklarını kullanmadığı sorulduğunda ise “Ben ayaklarımı kullanmadan da birinci olabiliyorum.” demiş. Amaç eğer ödül olmasaydı gelişim olsaydı kişi sürekli kendini geliştirecekti. Sürekli kendi kapasitesinin üstüne çıkacaktı.

AİLELER NEDEN ÖDÜL VERİR?(16.BÖLÜM)

Örneğin; bir çocuk düşünelim hiçbir zaman ödev yapmıyor. Annesi ona şöyle söylüyor “Eğer ödevini bitirirsen oyun oynayabilirsin.” ama hiç düşünmüyor ki acaba çocuğun ödev yapmamasındaki ‘Gerçek neden ne?’ Sadece ödevin yapılıp yapılmadığı ile ilgileniyor. Bu da daha sonraları çok büyük sorunlara neden oluyor. Çocuk daha sonra dış odaklı oluyor. “Gıcırdayan tekerleğin gıcırtısı suyla çözülür ama daha sonra su, paslanma sorunu yaratır.” (sayfa 163)
Otoriter aileler çocukların üzerinde daha fazla kontrolcü etkiye sahiptir. Kontrol mekanizması kurarak çocukları kendilerine bağlamaktadırlar.
Ödülün kullanıldığı yerlerde vardır. Örneğin; bir çocuğa ilk defa tenis oynamasını istiyorsak “Tenis oynaya gidelim mi?” diye sorulur. Çocuk “Hayır” yanıtını veriyorsa “Tenis oynaya gidersen sinemaya da gideriz.” deniyor. Çocuk bu sefer kabul ediyor. Ancak bunu da 2 kere tekrar edebiliriz. Eğer çocuğa tenis oynadığı alanda iç motivasyon kazanmayı amaçlarsak çocuğa 3.kez sorulduğunda hiçbir ödül olmadan kabul eder.

2.KISIM ÖDÜL YERİNE NE YAPILMALI?

KOŞULSUZ EBEVEYNLİĞİN PRENSİPLERİ(1.BÖLÜM)

Örneğin; çocuk ödevini yapmıyor. Anne çocuğa ödülle ödev yaptırdığı zaman bu sorunu çözmez aksine daha büyük sorunlara yol açar. Çocuğa eğer ödülle bir şeyler yaptırmak istersek çocuk hiçbir zaman iç motivasyon geliştiremez. Çocuk sorumluluk almayı öğrenmeyerek uzun vadede daha da büyük sorunlar ortaya çıkabilir. Ebeveynler çocuklarını mekanik olarak yetiştirmemelidirler. Ödül, mekanik çocuk yetiştirme anlayışının ürünüdür. Mekanik yetiştirilen bir çocuğu ebeveynler şekillendirmektedir. Organik olarak yetiştirmelidirler. Önemli olan çocuğu şekillendirmek değil, çocuğun doğal büyüme ve gelişme sürecine yardımcı olmaktır.
Çocukla bir sorun yaşadığımız zamanlarda hem davranışlarımızı hem de düşüncelerimizi değiştirmeliyiz. Çocuk yetiştirmekte bir kolay olanı vardır bir de zor olanı. Kolay olanda bir işi çocuğa ödül yardımı ile yaptırmak vardır. Ama doğru ve zor olanda o sorunun köküne inmek vardır. Bugün kolay olanı seçen, yarın daha büyük sorunlarla uğraşır.

ÇOCUK NASIL ÖĞRENİR?(2.BÖLÜM)

Bandura bir deney yapıyor. 36 kız ve 36 erkek çocuğunu 3 gruba ayırıyor. Oyun odasına koyuyor ve odanın bir köşesinde Bobo adlı bir oyuncak bebek bulunuyor. Yetişkin içeri giriyor ve Bobo' ya vuruyor. İkinci gruba giren yetişkin Bobo’ ya vurmuyor. Üçüncü gruba ise hiç yetişkin girmiyor. 1.gruptaki çocuklar Bobo’ ya yetişkinin yaptığı gibi vuruyor. Diğer gruplar az şiddet uyguluyor ya da hiç şiddet uygulamıyor.  Bu deney bir kez daha gösteriyor ki çocuklar gözleme ve model alma yoluyla öğreniyor.

Çocuklar Neden Model Alarak Öğrenir?

Çünkü çocuklar daha soyut düşünme yeteneği gelişmemiştir. Ebeveynler çocuğa model olursa çocuk öğrenmektedirler. Çocuktan istediği davranışı önce kendi yapmalıdır.

Ödül Yerine Model Olma

Örneğin; bir çocuğun anne ve babası kola içiyor ama çocuğun içmesine izin vermiyor. Çocuk bu durumda sürekli kola içmek isteyecektir. Çünkü anne ve babası da kola içiyor. Eğer anne baba bırakırsa çocuk da kola içmekten vazgeçecektir. Yani aile çocuğa model olmalıdır.

Gizli Model Alma Yöntemleri

Örneğin; baba işten geliyor. Anne babayı yemeğe çağırıyor ama babanın canı yemek istemiyor “Ben yemek istemiyorum.” diyor ve anne çocuğu ile yemeklerini yiyor. Bu olayda çocuk bir tutum gözlemliyor: “insanlar aç değilse yemek zorunda değildir.”. Ertesi gün anne çocuğu yemek yemek için çağırıyor çocuk “Aç değilim canım istemiyor.” diyor. Anne “Olmaz hayır.” diyor ve zorla ya da ödülle yemek yediriyor. Yetişkinlere bu hakkı verirken çocuğa vermiyor ve bu da çatışma ortamı yaratıyor. Kısacası çocuklar sadece davranışları değil tutumları da gözlemler.

Nasıl Model Olunur?

Aile önce kendini analiz etmelidir. Örneğin; anne sinirlendiği zaman abur cubur yemek yerine sağlıklı beslenirse çocukta abur cubur yemez. Doğru davranışlar modellendiği zaman sorun çıkmaz. Aile model olursa çocukta bir değerler sistemi oluşur.

ÇOCUKLA GERÇEK İLİŞKİ NASIL KURABİLİRİM?(3.BÖLÜM)

PİDE anlayışı: (sayfa 190)
1-)Perspektif
Örneğin; öğretmen sınıfa giriyor ve öğrencilere bağırıyor: “Gürültü yapıyorsunuz çocuklar.” diye. Çocuklara sorulduğunda ise sınıfta gürültü olmadığını söylüyorlar. Öğretmen gürültü kelimesi yerine “Çocuklar sınıfta konuşma sesi var.” derse bu herkes tarafından nesnel olarak kabul edilir. Çocukla ilişki kurmanın ilk adımı duruma öznel değil nesnel yaklaşmaktır.
2-)İhtiyacını Anla
Çocuğun ihtiyacını anlamak gerekiyor. Örneğin; bir çocuk ödev yapmıyor annesi ona ödülle ödev yaptırıyor yani neden ödev yapmadığının altındaki nedeni anlamıyor. Anne çocuğun ihtiyacını anlamadan ona uygulayacağı ödül, çocukta değersizlik duygusu yaratır ve ilişkileri zedelenir.
3-) Duyguyu Anla Ve Onayla
İki çocuk düşünün. Ödev seviyelerinin çok üstünde olduğu için ödev yapmıyor. İlk anne çocuğuna ödülle ödev yaptırmak istiyor. Çocuğun duygusunu anlamıyor yani çocuk burada demek istiyor ki “Bu ödev zor o yüzden yapamıyorum.” diyor ama anne altında yatan nedenle ilgilenmiyor. İkinci anne ise “Ödev seviyenin üstünde anlıyorum ama nasıl halledebiliriz?” der. Çocuk duygusunun anlaşılmış ve onaylanmış olduğunu hisseder ve onun doğal olarak annesi ile ilişkiler güçleşir. Bu anne sorunu ilişki kurarak çözer ve artık çocuk nesneler üzerinden mesaj vermeyi bırakır. Direk duygusunu söyler. Örneğin akşam karanlığından korkan çocuğun güneşin batmasın diye ağladığı gibi. Aslında korktuğu için ağlamaktadır. Güneşin gittiği için değil.
4-)Emek
Aile olayı objektif olarak değerlendirdikten ve çocuğun perspektifini, ihtiyacını ve duygusunu anladıktan sonra zaten doğal olarak empati kuracaktır ve ödülle onu kontrol etmeyecektir.
Büyükbabayı Ziyarete Gitmek İstemeyen Çocuk
Babası oğlunu zorla hatta bazen kızarak ve ödül koyarak büyük babasına götürüyormuş. Sonrasında PİDE yöntemi ile denemiş.
Perspektif: “Oğlum neden gitmek istemiyorsun?” diye çocuğuna sormuş. Çocuk sıkıldığını söylemiş. Baba büyükbabasının onunla oynayabileceğini söylemiş.
İhtiyaç: Baba çocuğun neye ihtiyacı olduğunu anlamış ve bu ihtiyacı karşılamaya karar vermiştir.
Duygu: Çocuk iki duygu yaşıyor endişe ve sıkılma. Baba çocuğuna şöyle diyor: “Büyükbabanlar da sıkılıyorsun ve büyükbaban seninle oynamıyor diye üzülüyorsun.” diyerek onun duygusunu onaylıyor ve onu anladığını gösteriyor.
Emek: Sorun büyükbabaya söyleniyor ve büyükbaba torunu ile oynamayı seve seve kabul ediyor.

ÇOCUK NASIL GELİŞİR?(4.BÖLÜM)

Edward Deci bulmacalarla deney yapıyor. Kişileri 2 gruba ayırıyor ve 1.gruba seviyelerin çok üstünde bir bulmaca verip çözmelerini istiyor. 2.gruba ise seviyelerinin birazcık üstünde bulmacalar veriyor ve bunu çözmelerini istiyor. Tabi ki 1.grup bulmacaları çözemiyor. Sonrasında önlerine farklı farklı bulmacalar konuyor ve öğrenciler gözlemleniyor. 2.grupdaki öğrenciler bulmacaları çözmeye başlıyorlar ama 1.gruptakiler bulmacaları çözmüyor çünkü onlarda öğrenilmiş çaresizlik oluşuyor. 2.gruptaki öğrenciler işe kendini kaptırıyor ve o işi ilgi ile yapıyorlar. Buna da akış alanı denir.
Kısaca eğer öğrencilere kendi seviyelerinden birazcık fazla iş verilirse öğrenciler bunu kolaylıkla yapıp keyif alıyorlar. Yani akış alanına giriyorlar.
Bir çocuk annesine yaptığı resmi gösteriyor ve “Nasıl olmuş?” diye soruyor. Annesi çocuğa “Aferin güzel olmuş.” deyip başından savarsa bu gelişim olmuş olmuyor. Ama eğer annesi “Sence nasıl olmuş?” diye yanıt verirse çocuk kendi kendini değerlendirmiş olacak ve öz değerlendirme kabiliyetleri artacak. Ayrıca anne çocuğa övgü ve ya ödül değil de “Şöyle yapsan daha iyi olur.” gibi geribildirim verdiğinde gelişim daha hızlı oluyor. Çocuk kendini değerlendirdikçe ve geribildirim sağladıkça gelişir ve dolayısıyla yaptığı işten keyif almaya başlar.
Ama bazen amaç çocuğu geliştirmek değildir. Çocuklarla ilişki kurmak gerekmektedir. Bu durumda çocuğa yaptığı işlerle ilgili sorular sorulabilir. Çocuk yaptıklarını anlattıkça, o işten keyif alır. (sayfa 213)

ÇOCUĞA SORUMLULUK NASIL KAZANDIRILIR?(5.BÖLÜM)

Deci bir deney yapıyor.  Bu deneye göre kişileri fMRI makinesine bağlayarak bilgisayar oyununun başına oturtuluyorlar. Bilgisayar oyunu sayı tahmin etme oyunudur. Kişiler bilgisayar otomatik olarak söylemeden tahmin ettiği sayıyı söylemeleri gerekir. Ama bilgisayar bazen bu hakkı onlara vermeden otomatik olarak yapmaktadır. Kişilerin beyinleri kendi tahmin ettikleri zaman caudate nucleus kısmı yanmaya başlıyor ama bilgisayar kendi tahmin ettiği zaman beyinlerinde hiçbir hareketlenme olmuyor. Kısacası insanlara seçme hakkı, yani özerklik verilmeyince, insanların motivasyonu düşüyor.

Ödül Yerine Özerklik Vermek

Özerklik anlayışı olan bir evde, kontrol ihtiyacı ortaya çıkmaz ve ödül ortadan kalkar. Özerlik verilmeyen bir ev hasta birinin ağrı kesici almasına benzer. Ağrı kesici ödüle benzetilmiştir.
Çocuklara sorumluluk kazandırmak gerekmektedir. Sorumluluk kazandırmak ise demokratik bir aile olmak yatar. Demokratik ailelerde hem düzen hem de hem de özerklik vardır.
Demokratik aile yapısının sunulması için 3 adım vardır: Düzen kurmak, problem çözmek ve bedel ödetmek.
Ödül ile sorumluluk kazandırmak çok zordur. Ama aile evde bir düzen kurarsa ve çocuğa özerklik verirse çocuk sorumluluk kazanır. Çocuk düzene uymazsa problemin kaynağına inip uygun çözüm yolu bulunması gerekmektedir. Bunu yaparken çocuğu sorumluluğunu ondan almaz. Sorun hala çözülmüyorsa, çocuk davranışlarının sonucunun bedel ödeyerek deneyimlemelidir. Örneğin; demokratik bir ailede kurallar konuyor ve akşam yemeği saati belirleniyor. Çocuk eğer düzene uymazsa öncelikle ona neden yemediği soruluyor. Çocuk canı istemediği için yemediğini söylüyor. Bu durum aile tarafından açıklanıyor ve bir kural olduğu söyleniyor eğer çocuk hala uymak istemiyorsa ısrar edilmiyor biraz zaman geçtikten sonra çocuk annesinden yemek hazırlamasını söylediğinde ise anne şöyle cevap veriyor: “Oğlum babanla sohbet ediyoruz istersen kendin hazırla, istersen bir sonraki yemek saatini bekle.”. Bedel davranışlarının sonucudur. Ama eğer çocuğa aç kalmayı hak ettin gibi ceza niteliğinde söylendiğinde çocuk bunu ceza olarak algılıyor ve çocukla aile arasındaki ilişkiler kopuyor.

YORUM

Bu kitap bana çocukların ödülle değerlendirilmeyeceğini öğretti. Ödülün birçok değere zarar verdiğini yapılan deneylerle gördüm. En ilgimi çeken ise çocukların ödülle o dersten keyif almadıkları ve yapamadıklarıdır. Kendimden örnek vermek istiyorum. İlkokul öğretmenim matematik dersi çok zor olduğu için yani öğrenilmesi zor olduğu için sorular sorarak bilenlere hediyeler vermeye başladı. Tabi ki ilk başlarda benim de bu durum ilgimi çekti ve ben de kazanmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Aradan zaman geçince gördüm ki artık içimden matematik sorusu yapmak gelmiyordu ve o günden sonra matematiğe ilgim git gide azaldı. Kitap da tam buna dikkat çekilmiştir. Eğer çocuğa ödül verirsen çocuk bir süreden sonra artık kendisi yapmak istemezmiş. O zamanlar ben de böyle bir durum oluştu. İyi bir çocuk yetiştirmek; sadece onlara ödülle iş yaptırmak, başarılı saymak anlamına gelmemektedir. Aslında ebeveynler çocuklarımız iyi birer çocuk olsun, derslerine çalışsın, sınıfında hep başarılı olsun, birinci olsun diye çabalarlar. Ama şunu her zaman unuturlar: çocuğa ödül verirken aynı zamanda ceza da vermiş oluyorlar ve ceza almış olan çocuklar aile ile her zaman çatışma içinde oluyorlar. Ödül verdiğimiz zaman çocukların iyi bir insan olmasını da engelliyoruz. Onlara sürekli ödül vererek onların iç motivasyon değil de dış motivasyon kazanmasına sebep oluyoruz. Örneğin bir anne çocuğunu okula götürmek istiyor ama çocuk okula gitmeyi reddediyor ve oyuncakları ile oynuyor. Anne belli bir süre kızıyor ama daha sonra ona “Eğer okula gidersen dondurma yemene izin verebilirim.” diyor. Çocuk işin içine ödül girince bu teklifi kabul ediyor. Ama anne “Neden okula gitmek istemiyorsun?” gibi bir soruyla ona yaklaşsaydı yani sorunun çözümüne inseydi gerçek nedeni bulabilirdi. Belki de o çocuk okulda çok sıkıldığı için gitmek istemiyordu. Annesi onun duygusunu anlayamadı ve onu onaylayamadı. Bu durum sorunun köküne inilmedikçe hayatta hep daha büyük zorluklarla karşılaşılacaktır. Eğer çocuğa yanlış yaptığında cezalandırmak yerine “Bunu şu şekilde yapsan daha iyi olur.” gibi geribildirimlerle karşılık verilirse çocuğun iç motivasyonunu yükseltebiliriz ve başarılı olmasını sağlayabiliriz. Ayrıca çocuğumuza örneğin; yemek yemedi diye kızmak yerine, çocuk acıktığı zaman “Bu evin bir kuralı var ve saat 8 de yemek yeniyor. Şimdi acıktıysan sen kendi yemeğini yapabilirsin ya da bir sonraki yemek saatini bekleyebilirsin.” şeklinde davranıldığında çocuk kendi yaptığı davranışın sonucunu bedel ödeyerek anlamış olacaktır. Aile ile çatışma durumu olmayacaktır.

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE


KİTAP HAKKINDA



KİTAP ADI: BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE
YAZAR ADI: GRIGORIY PETROV
BASIM TARİHİ: EKİM 2017
BASKI: 61
YAYIN EVİ: MUTENA YAYINCILIK
SAYFA: 110
KİTABIN VERMEK İSTEDİĞİ ANA DÜŞÜNCE: Geri kalmış, bağımsızlığı elden alınmış, insanları sürekli ezilen bir ülke…
Kitapta asıl verilmek istenen bana göre; bir millet her ne kadar da bitmiş, tükenmiş olsa yine de yükselmek için eğitimin şart olmasıdır. Bir milletin gelişmesi modası, yiyecekleri ile değil de eğitimli olmasına bağlıdır. Eğitim ile her işin başarılabileceği anlatılmaktadır.

YAZAR HAKKINDA:

GRİGORY SPİRİDONOVİÇ PETROV(d. 1866, Rusya – ö. 1925, Paris), Rus hatip, gazeteci, yazar.

20.yüzyıl başında Rusya’nın en tanınmış papazlarından, en çok okunan halk yazarlarından birisi idi. Görüşleri nedeniyle kiliseden kovulduktan sonra kendisini tamamen yazarlığa verdi; gazeteci ve hatip olarak kitleleri etkilemeyi sürdürdü. Bolşevik Devrimi gerçekleştiğinde ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Yugoslavya Krallığı’nda geçirdiği son yıllarında pek çok eser kaleme aldı, konferanslar verdi. Eserleri, Sovyet döneminde ülkesi Rusya’da yasaklanmıştır ancak Bulgaristan’da ve o yıllarda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde etkili olmuş, devrin aydınlarını etkilemiştir. Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabı, Türkçe’ de en çok okunan yabancı eserler arasına girmiştir.
Yaşamı
1869 yılında Petersburg’a bağlı Hamburg kasabasında dünyaya geldi. Babası bir meyhane garsonuydu. 1886’de din okulundan, 1891’de Petersburg İlahiyat Akademisi’nden mezun oldu ve din görevlisi olarak tayin edildi. Kilisedeki görevinin yanı sıra Mihaylov Harp Okulu, Aleksandrov Lisesi, Teknik Okulu ile Petersburg’un farklı liselerinde ders verdi. Bir hatip, gazeteci ve hoca olarak ünü yayılınca Çarlık ailesi tarafından prensleri eğitmesi için saraya davet edildi. Ancak fikirleri Kilise yöneticilerini rahatsız etmeye başlayınca 1903 yılında okullarda verdiği dersler kendisinden alındı ve kilisedeki görevinden çıkarıldı; saraydaki işinden de ayrılmak zorunda kaldı. 1907 yılında “zararlı gazetecilik faaliyetlerinden ötürü” Petersburg yakınında bir manastıra sürgün edilen yazar, manastırda bulunduğu sırada, adaylığını koymadığı halde Rusya’nın ikinci Duma’sına milletvekili seçildi. 1908 yılında Kilise yönetimine hitaben yazdığı mektupta yer verdiği eleştirilerine bağlı olarak Kiliseden aforoz edildi. Kendisine karşı açılan dava sonucunda din görevliliği mesleğinden ihraç edildi, 7 yıl Petersburg ve Moskova’da yaşaması yasaklandı ve 20 yıl bir süreyle devlet işlerinde çalışmaktan men edildi. Papazlık rütbesi alındıktan sonra ünü daha da artan yazar, 1908 yılından itibaren Kırım’da ikamet etti. Rusya’da ve yurtdışı ülkelerde gezerek çok sayıda konferans verdi. Yurtdışında gezdiği yerler arasında en çok Finlandiya’dan etkilendi. Yazıları, “Russkoye slovo” adlı gazetede her gün yayımlandı. Kitapları Balkan ve Avrupa ülkelerinde çevrilip yayınladığından yurtdışında tanındı. Petrov, Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikleri rahatsız eden görüşleri nedeniyle çeşitli baskılar görüyordu; ihtilal kaosunda yakınlarını ve oğlunu kaybetmişti. 1920’de Kırım’dan kalkan ve içinde ülkeden kaçan Denikin Ordusu mensuplarının bulunduğu son gemiye yalınayak ve üzerindeki pijamayla binerek hayatını kurtarmayı başardı. İstanbul’dan geçtikten sonra kısa bir süre Gelibolu’da kaldı ve daha sonra bir grup Rus göçmeniyle birlikte Yugoslavya Krallığı’na geçti. Sanatçı, Yugoslavya Krallığı’nda yöneticiler tarafından büyük ilgi gördü ve Belgrad Üniversitesi’ne profesör olarak tayin edildi. Son yıllarında üniversitedeki derslerinin yanı sıra, tüm ülkeyi gezerek konferanslar verdi; hatip ve gazeteci-yazar olarak büyük bir üne kavuştu. 1925 yılında sağlık durumu kötüleşen Petrov, mide kanseri nedeniyle ameliyat için devlet imkânlarıyla Paris’e gönderildi; ancak iyileşemeyerek 18 Haziran 1925’te hayatını kaybetti. Yakılan naaşının külleri eşi ve kızının yaşadığı Novi Sad kasabasında defnedildi. Mezarı daha sonra kızı tarafından Münih şehrinin Ostfriedhof Mezarlığına nakledildi.
ÖZET
Kitabımız geçmiş zamanlarda çok geri kalmış olan Finlandiya ülkesini anlatmaktadır.
“Yeni Toplumlar Kendileriyle Beraber Yeni Şarkılar Üretirler.”
Moskova’daki bir Devlet Tiyatrosu’nun duvarlarında birdenbire büyük çatlaklar oluştuğu görülmüştür. Mühendisler inceleme yapmış ve binayı sağlam bulmamışlardır ama yıkmak da istememişlerdir. Bunun için temelini tekrar sağlamlaştırmışlar ama ilerleyen zamanlarda yine çatlaklar oluştuğunu görmüşlerdir. Tekrar inceleme yapan mühendisler binanın temeline granit taşlar koymuşlardır. Devletlerin tarihi ve milletlerin yaşantısı da aynı buna benzer. Eskide kalan kanunlar yeni duruma ayak ayak uyduramaz.

‘Mane Tekel Fares’

Bunun anlamı şudur: Kendini yenilemek istemeyen bir toplum yıkılmaya mahkûmdur.

Milletlerin tarihini yine milletlerin kendileri yazmıştır.
Carlyle milletlerin tarihini milletin kendisinin yazmadığını ileri sürer bunun yerine kahramanlar yazar. “Milletler cansız bir kil tabakasıdır’.” der. Kahramanlar bu kil tabakasına can verdiğini söyler. Ama Lev Tolstoy tam tersini iddia eder ve şunları söyler: “Hayatı yaratan olayların akışını belirleyen ve bunların özellik ve biçimini veren tek başına kişiler Napolyon’lar değil, halk kitlesinin ta kendisidir.” der.
Lev Tolstoy bir örnek vererek şunları söyler:
“Bir gemi düşünün. Hareket esnasında geminin önünden sular bir şerit halinde kaçıyor. Bu suşeridinin gemiyi sürüklediğini kim iddia edebilir? Açıktır ki bu su akımını geminin kendisini oluşturuyor, kendi önünde kovalıyor. Güç asıl gemidedir. Akan su ise bunun sonucudur sadece. Milletlerde böyledir işte. Bir millet hareket gücü oluşturup yürüyünce, kendiliğinden harekete geçmiş oluyor ve önündeki suları kovalıyor.” (sayfa 13)
Aslında Tolstoy ve Carlyle’ den birini seçmek gerekmez her ikisi de haklıdır ve birbirlerini tamamlar. Şöyle açıklayayım bir mercek düşünün ve mercek milyonlarca güneş ışığını kendinde toplayıp kâğıt, saman gibi yanıcı maddeleri tutuşturabilir. İşte milletlerde böyledir. Kahraman milletlerin gücünü toplayarak bununla milyonlarca insanın ruhunu tutuşturur.
Finlandiya’nın sert bir iklimi vardır. Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile donlar devam eder. Ağustostan itibaren soğuklar başlar. Arazisi de oldukça kıraçtır. Tarım güçlükle yapılabilmektedir. Finler kendilerine ‘Suomi’ adını vermişlerdir. Suomi “bataklık arazi” anlamına gelmektedir.
Fin milletinin hayatında başlıca iki şey kayda değerdir: Birincisi Rus ihtilaline kadar Finlerin bağımsız bir hayatlarının olmayışı; ikincisi ise kendilerine önderlik edecek büyük adamları yetiştirmemesi. Finler 1811 yılına kadar İsveç Hükümeti’ne bağlıydı. O zamanlar bağımsızlıkları yoktu ve bütün kurumları İsveç’e bağlıydı. Okullarda bile İsveçli öğretmenler hâkimdi. Ama bu öğretmenlerin bir özellikleri vardı. Kalitesiz ve verimsiz ders işliyor çocuklara da hiçbir şey öğretmiyorlardı.  Finlileri alt bir mensup üyesi olarak görür ve onlara saygı göstermezlerdi. O zamanlar ülkede aydın, din adamları parmakla gösterilecek kadar azdı. Daha sonra Finlandiya’yı bağımsız kalmaları karşılığında Rus Hükümeti’ne verdiler. Böylece Finliler bağımsızlık kazanmış oldu ve hayatlarına yeniden başladılar. Kendi kültürlerini kendileri oluşturdular.

Yükseliş Önderi Bir aydın: Snelman

Johan Wilhelm Snelman, 12 Mayıs 1806’ da, Stockholm’ da dünyaya gelmiştir ve 4 Temmuz 1881’de Danskarby’de vefat etmiştir. Snelman dönemim büyük bir bilim adamı, derin bir filozofu ve ünlü bir siyasetçisiydi. Ancak Snelman’ın en büyük ünü, Fin kültürünü yaratan halk öğretmeni olmasındandır.(sayfa 21)
Snelman küçük Suomi için büyük etki yaratmış ve çok iyi işler başarmıştır. Halkı her zaman bilgilendirmiş ve aydın olmak demek sadece modayla olmayacağını belirtmiştir. Kışın ve yazın mevsim fark etmeden bütün Finlandiya’yı bir uçtan bir uca dolaşarak halkı aydınlatmak için konferanslar vermiştir. Ülkenin en ücra köşelerine bile gidip orada halkı bilinçlendirip daha büyük bir ülkeyi oluşturmak çabası içine giriyor.
İsveç egemenliği altına iken eğitimci memurlar bile çok kötüydü. Kendilerini bekleyenleri saatlerce bekletip geri gönderirler ve küstahça konuşurlardı. Ayrıca rüşvet bile alırlardı. Snelman konferans sırasında: “Ben İsveç halkını severim ama ülkem İsveç memurlarından kurtulduğu için mutluyum.” demiştir.
Snelman kışla da konferans vermiş ve halkın kışlaya karşı tutumunu değiştirmiştir. İsveç zamanında ise askerlere çok kötü davranırlar ve içki içip gazinolarda vakitlerini geçirirlerdi. Oradan çıkan kişiler madde bağımlısı olur ve kötü suçlar işlerdi. Öyle ki halk bile kötü alışkanlıklar sergileyen insanları uyarmak için burası kışla değil derdi. Snelman buralarda da konferanslar vererek askerlerin kışlayı farklı görmesini sağladı ve askerden sonra da güzel anılarını anlatabilecekleri yerler olarak değiştirdi. Askerlere öğrenmeleri için kitaplar okumaya başladılar. Komutanlar tüm günlerini gazinolarda değil de askerlere eğitim vermede harcadılar.
Snelman futbol alanında da yenilikler yapmıştır. Çünkü o zamanın gençleri birbirlerinden etkilenerek zamanlarını top peşinde harcıyorlardı. Futbolcularla yapılan bir yemeğe katılmış ve orada onlara şöyle seslenmiştir: “Ey gençler sizler başarılı işler yapıyorsunuz sizi tebrik ederim ama bizim ülkemizin bir top peşinde koşacak vaktimiz yoktur. Bizim biran önce gelişmemiz gerekir.” demiştir ve böylelikle gençlerin de durumdan haberdar olarak onları eğitime yöneltmiştir.
Aileler çocuklarının eğitimde pek görev almıyorlardı ve ne hali varsa görsün deyip başlarından savıyorlardı. Onlara her şey veriyorlardı yapıyorlardı ama onlara zaman ayırmıyorlardı. Snelman yine pedagoglara, tüm anne babalara çocuklarını daha akılcı bir şekilde nasıl eğiteceklerini vatana millete nasıl daha yararlı olabileceklerini öğretiyordu.
Snelman değişik bölgelerdeki aydınları da toplayarak bir halk üniversitesi kurdu. Bu halk üniversiteleri gittikleri yerlerde konferanslar düzenleyip halkı bilinçlendirdiler. Bu konferanslar git gide büyümeye başladı ve halk artık gelişmeye başladı.

Reçel Kralı Yarvinen halk üniversitesinde bir konuşma yaptı:

Ben bir zamanlar yoksul ve sıradan bir satıcıydım. Daha sonra küçük bir dükkân açıp çalışamaya başladım. Şekerleme satmaya başladım. Ama halimden memnun değildim. Yine de işimi sürdürüyordum. Yarvinen konuşmasına şöyle devam etti: “Yıllar önce Krokep’ i hatırlarsınız değil mi? Her yere zarar veren insanları öldüren ve kötülükler yapan Krokep. Geçeneler de onu gördüm herkes öldü diye biliyordu ama o ölmemiş. Ben onu tanımadım sonra o beni tanıdı ve yanıma geldi. Yanında da 3 oğlu vardı. Oğulları hep başarılı yerlere gelmişti. Krokep’e sordum yıllar önce haydut olan bir insan nasıl bu kadar değişebilir? Krokep anlatmaya başladı. O zaman karanlık bir ışık içindeydim ve kimse beni o karanlıktan çıkarmıyordu. Ben tüccarın yanında çalışırken onun paralarını dağıtıp hapse girmemin nedeni tüccarın halka hileli mal satmasıdır. Halka bir daha veresiye vermez diye tüccarı hâkime söylemedim cezam neyse çektim.( Papazın evine giderek onun başını ezdi ama papaz bir yolunu bulup kurtuldu.  Krokep’i o zamanlar deli sanıp akıl hastanesine atmışlardı. Ama o bir yolunu bulup oradan kaçmıştı. ) . Sonrasında ise papazı tekrar öldürmek için gittim. Kapıyı çaldım ve içeri girdim. Papaza kim olduğumu söyledim o benden korktu ama kapıyı yüzüme kapatmadı gelin içeri dedi. Bana karnımın aç olup olmadığını da sordu şarap getir dedim o da ekmeğe sürülmüş tere yağ ile şarap getirdi. İçimden öyle bir ağlamak geldi ki belki ilk defa hayatımda bu kadar çok ağladığımı hatırlıyorum. Sonra papaz beni dinledi. Ona bütün olan biteni anlattım. O da bana şöyle karşılık verdi sen tanrıya kızmışsın. Böyle olmaz git bir daha günah işleme ve çocuklarını iyi yetiştir. İşte o günden sonra çocuklarımın gelişmesini okumasını istedim ve başardım.”. Yarvinenler ve Krokepler hep aynı milletin insanıdır. Bir madalyonun iki yüzü gibidir. Biri cehalet içinde iken diğeri bahar hayatı yaşamaya çağrılıdır.
Yardive' nin hayatını değiştiren onu Reçel Kralı yapan aslında bir konferanstı. Konferansa da Robinson’un hikâyesi anlatılmıştır. Tek başına bir çocuğun nasıl ayakta kaldığı ve kendinin nasıl geliştirdiğinden bahsedilmiştir. Fin halkının da bu şekilde kendini geliştirerek kalkınabileceğini söylemiştir. Yardive’nin arkadaşlarından biri Yumurta Kralı biri Paris’e gidip Ayakkabılar Kralı olmuştur. Yardiven’ de reçel yaparak halkın kötü alışkanlıklardan kurtulmasını sağlamış ve halkı sigara ve ya alkol içmek yerine reçel yemeye teşvik etmiştir. Daha sonra kendini geliştirerek Reçel Kralı olmuştur.
Snelman Berlin’de iken bir konferansa katılmış ve orada aslında Slav olan ama Almanlar için yazan, Slavlar için kötü şeyler yazan bir gazeteci ile tanışmış. Snelman konferansta çıkıp milleti için konuşmuş. Bu gazeteci yazar konuşmadan etkilenmiş ve daha çok içki içmeye başlamış. Snelman ile tanışmışlar sonrasında ise Snelman’ı çok haklı bulmuş ve ona keşke yıllar önce sizi tanısaydım o zaman milletim için daha farkı biri olurdum demiş ve Snelman’ın elini öpmüş. Snelman geç oldu deyip oradan ayrılmış. Haftalar sonra eline isimsiz bir mektup gelmiş ve o mektupta şunlar yazıyormuş: “Siz benim ruhumu tersine çevirdiniz. Şimdi artık benim bu hayata tahammülüm yok. Şimdiye kadar yaşadığım şekilde yaşamak bana iğrenç geliyor. Sanki istemeyerek hayatıma son veriyorum.” (sayfa 98) Snelman mektuptaki yazıyı tanıyamamış. Sonra son bir ayın Viyana gazetelerini taramış ve haberi görmüş. Haberde şöyle yazıyormuş: “Üzücü kaza… Büyük bir kaza… Slav yazar, korkusuz düşünce adamı, dikkatsizlik sonucu ağır bir şekilde kendini yaralamış ve ruhunu teslim etmiştir.”. Snelman anlamış ki o gün konferansta konuştuğu adam…
Eğer bu yazar mantıklı bir eğitim görmüş olsaydı ve ona halk kitlesinin ruhunu ve gönlünü tutuşturmaktan doğan zevkin, hayatı boşa geçirmek zevkinden daha üstün olduğu söylenmiş olsaydı, bu insan kendi ülkesinde bir uygarlık havarisi olurdu.
Snelman konuşmalarına şöyle devam ediyor: “Uyanınız! Yurttaşlarınızı kurtarmak için işbaşına geçiniz! Halkımızın dörtte üçünün yaşamakta olduğu hayat fecidir.”
Bu şekilde bütün halkı uyandırmış ve gelişme için çaba göstermiştir.

Kendini Halkın Sağlığına Adayan Adam

Yıllar önce yeni mezun olmuş bir doktor varmış bu Doktor Finlandiya’nın gelişmemiş, geri kalmış ülkesine atanmış. Doktor oraya gittiğinde gözlerine inanamamış. Çünkü halk hiçbir yönden gelişmemiş. Örneğin; yatakları yokmuş toprağın üstüne yatarlarmış, aynı elbiselerle hem çalışır, hem gezer hem de uyurlarmış. Hastalıklar ve hastalıktan ölen insanlar çok fazlaymış. Erkekler içki içerlermiş. Evleri dağlık yerlere yapmışlar ve ne bir kapı ne bir pencere varmış. Doktor gördükleri karşında çok utanmış ve ben bu insanlar için bir şeyler yapmalıyım demiş ve kurumlara yazı göndermiş. “Ey siz insanlar rahat yaşıyorsunuz. Sizlerin orada bir işi var, sağlıklısınız. Alışveriş merkezleriniz var. Gezip, içip eğleniyorsunuz. Bunlar sizin kardeşleriniz bunlara da yardım edin.”. Sonrasında devlet bu duruma el atıyor ve tıp ordusu gönderiyor. İnsanların hem hastalıklarını tedavi ediyorlar hem de insanlara nasıl beslenmelerini nasıl giyinmelerini öğretiyorlar. Nasıl ev yapmaları gerektiğini anlatıyorlar ve halkı bilinçlendirip hastalıkları, içki gibi kötü alışkanlıkları ortadan kaldırıyorlar. Yıllar sonra doktor vefat ediyor ve bütün köy cenazesini taşıyıp onu defnediyorlar ve ona şu sözleri söylüyorlar:
“Bizi çok iyi yetiştirdin. Bizlerin gözünü açtın ve daha sağlıklı olmamızı sağladın. Küçük Suomi’miz için uğraştın sana minnettarız. Senin heykeli dikmek gerekir ama bak bizler senin eseriniz. Milletin sağlığı için mücadele eden büyük kahramanın şanı sonsuza dek yücelsin.”

YORUM

Kitap beni çok etkiledi. Özellikle Snelma’nın konuşmaları ve insanları nasıl etkilediği. Kitabın başlarında aslında Finlandiya’nın bu kadar yükselip gelişeceğini düşünmüyordum ama ilerleyen sayfalarda daha da iyi olacağına inandım. Geri kalmış, bağımsızlıkları yok bir ülkenin eğitim gibi güçlü bir silahla tekrardan ayağa kalktığını görmek beni çok etkiledi. “Her işin başı eğitimdir.” sözü gerçekten de tam anlamıyla ben de yerine oturdu. Bir millet bir tarafta sözde eğitimli yaşarken diğer tarafta insanların eğitim, kültür, medeniyet gibi değerlerden haberi olmadan yaşaması gerçekten de üzücü bir durumdur. Eğitim ücra köşelerde ki insanlara da ulaşmalıdır. Hangi zorlukta olursa olsun.
Kitap da gördüm ki insanlar eğitim almadan hastalıklar yüzünden ölebiliyorlar. İnsanlar nasıl giyinmeleri gerektiğini, nasıl yaşamaları gerektiğini hatta nasıl ev yapmalarını gerektiğini bile bilmiyorlar. Kötü alışkanlıklarla yaşıyorlar ve daha kötüsü başkalarının kültürlerini almaya çalışıyorlar. “Başkalarının kültürlerini taklit eden bir toplum daima yıkılmaya mahkûmdur.”
Snelman karakteri bir öğretmen olduğu için beni çok etkiledi. Anladım ki umutlar hiçbir zaman kaybolmazlar. Çok kötü durumda olan ülkeyi bir eğitimci olan Snelman ayağa kaldırdı ve bugün bile dünyanın her yerinde Finlandiya adının konuşulmasını sağladı. Eğitimsiz bir toplum cahildir. Kitapta Krokep’ in hikâyesi beni çok etkiledi. Onun elinden kimse tutmadığı için, ona bazı şeylerin yanlış olduğunu söylemedikleri için çok kötülükler yapan bir insan olarak yetişmiştir. Ama bir taraftan en yakın arkadaşı olan Yardiven etrafından aldığı bilgilerle yükselmiş ve ülkede Reçel Kralı olmuştur. Aslında ikisi de aynı milletin insanlarıdır. Biri sadece eğitim görmüş diğeri görmemiş. Ben inanıyorum ki iyi yetişmiş bir öğretmen ülkenin neresinde olursa olsun isterse ölü bir toprağa çiçek ekebilir ve o çiçekleri yetiştirebilir. İleri de mesleğimi yaparsam o ülkenin sadece çocuklarını değil, gençlerini, yetişkinlerini ve yaşlılarını da sadece bilgi yönünden değil her türlü yönden geliştirmek isterim.




BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA

KİTAP HAKKINDA KİTAP ADI: BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA YAZAR ADI: DR.ÖZGÜR POLAT BASIM TARİHİ: 1.BASKI EYLÜL 2016/ 77.BASKI HAZİRAN...